Kuzey Teve

betnis giriş
betnis
yakabet giriş

Sanatın Bir Tek ve Sarih Maksadı Vardır

Sanatın Bir Tek ve Sarih Maksadı Vardır
59 views
07 Nisan 2024 - 11:53
Spread the love

“Sanatın bir tek ve sarih maksadı vardır: İnsanları daha iyiye, daha doğruya, daha güzele yükseltmek, insanlarda bu yükselme arzusunu uyandırmak. Sanatın ve bu arada mevzuumuz edebiyat olduğuna göre edebiyatın, bu manada gelişmesini isterim. Bu takdirde de endüvidüalizmden mümkün olduğu kadar hayata, muhite dönmek, muhitten birçok şeyler almak ve muhite birçok şeyler vererek yazmak lazımdır.” Sabahattin Ali”

Hazırlayan: Yol Politika Kolektifi

Edebiyatımızda modern öykücülüğün iki kurucusundan biri sayılan Sabahattin Ali, bundan 76 yıl önce 2 Nisan 1948’de öldürüldü. Ardında üç roman, sayısız öykü, şiir ve halkın hakikatini söylediği için mahkemelerin cezasız bırakmadığı ve belki sonunda yaşamına mal olan muhalif yazıları kaldı. Yaşadığımız karanlığın müsebbibi olan Amerikan emperyalizmine bağımlılığın ilk adımların atıldığı günlerde buna en çok ses çıkaran aydınlardan olan Ali, bu birlikteliğin istikbaline gölge düşürmemeliydi. Halkın yazarının öyküsü, MİT eliyle böyle bitirildi. Ancak eserleri kadar, duruşu da hâlâ köşksüzlerin mücadelesine ışık tutuyor.

Sabahattin Ali, bugün popüler edebiyat çevrelerinde, sosyal medyada en çok Kuyucaklı Yusuf ve Kürk Mantolu Madonna romanları ile biliniyor. Her ne kadar edebiyatının ayrılmaz parçaları olsalar da Ali, Nâzım Hikmet’in deyişiyle o dönemde “Türk edebiyatında öykücü olarak” tekti. Yalnız romanları ve öyküleri değil, umutsuz aşk şiirleri, Aziz Nesin ile birlikte çıkardığı muhalif Markopaşa dergisindeki yazıları ile bir bütündü Ali’nin edebiyatı. Bu bütünlük içerisinde yazılarıyla, romanlarıyla, öyküleri ile hep emekçi yoksul halktan yana gösterdiği itiraz, yazarın mahkemelerle geçen ömrünü bir nevi dönemin siyasal özeti haline getiriyordu.

Sabahattin Ali ilk kez 1932 yılında, tek parti dönemindeki baskıları eleştirdiği şiiri sebebiyle tutuklanmış, hüküm giymiş ve memurluktan atılmıştı. Ardından geçen yıllarda, farklı sebeplerle faşistlerin ve devletin menzilinde kalmaya devam etti. İlk olarak İçimizdeki Şeytan isimli romanı, ardından da muhalif kimliği sebebiyle birçok kez Türkçü faşist Atsız’ın hedefi oldu. Mahkemesi faşistler tarafından basıldı. “Sırça Köşk” öyküsü bakanlık emriyle toplatıldı. Kurucusu olduğu Yeni Dünya gazetesi, Tan gazetesi baskınında saldırıya uğradı. Ali, Aziz Nesin, Nâzım Hikmet, Pertev Naili Boratav gibi sosyalistlerle birlikte önce tek parti iktidarına, ardından savaş sonrası yükselen Amerikancılığa karşı yazılarıyla muhalif bir duruş sergiledi, Kuyucaklı Yusuf’ta, Sırça Köşkü’nde derdi hep kentin ve kırsalın yoksul emekçileri oldu. Nesin ile çıkardığı Markopaşa dergisi, tüm mahkemelerin ve yasakların arasında 80 bin sattı. Okurları İstanbul’da ve Anadolu’da yeni yeni büyüyen işçi sınıfıydı.

II. Dünya Savaşında tarafların durumuna göre pozisyonu değişen bir denge politikası izleyen CHP, savaş bittikten sonra yatağını Amerikancılıkta buldu. Ülkeye geçen 80 yılda askerî darbeler, katliamlar, kontrgerilla ve İslamcı gericiliği armağan edecek bu yolda ilk olarak savaş sonrası ABD ile imzalanan ekonomik anlaşmalarla adım atıldı. Süttozu ile hatırlanan bu yardımların karşılığında ülkede dönüşüm başlamıştı. Ardından 1947 yılındaki ünlü 7. Kongre geldi. CHP bu kongrede toprak reformundan vazgeçmiş, köy enstitülerini kapatmış, imam hatip ve ilahiyat fakültelerinin yolunu açmıştı. Sanayide liberalleşme hamlesiyle, ABD’nin mimarı olduğu savaş sonrası dönüşümün parçası olmak için ilk adımlar atıyordu. Sonrasında İnönü’nün, devlete bulaştırdığı için hayıflanacağı Amerikalı uzmanlar ülkenin siyasi, iktisadi, toplumsal hayatının üzerine asılı kalacak karanlığı dikiyordu.

Sabahattin Ali, Rıfat Ilgaz, Aziz Nesin gibi isimlerle bu dönüşüme karşı, ismini Türkiye Sosyalist Partisi üyesi işçilerin belirlediği Markopaşa dergisindeki yazılarla karşı çıkıyordu. Henüz muhalefetteki Demokrat Parti’yi de o dönemde ülke aydını heyecanla karşılarken dergi yazarları ise “göstermelik demokrasinin sahte muhalifi” olarak adlandıracaklardı.

İstanbul limanına yanaşan Amerikan gemileri, yalnızca ekonomik-askerî yardımları değil aynı zamanda sıkı bir antikomünizmi ve muhalif avcılığı da beraberinde getirdi. Tan baskını ile başlayan, Komünist tevkifatı ile sonuçlanacak süreçten, yazıları ve öyküleri ile Amerikan emperyalizmine, dinciliğe, Türkçülüğe, sermayeye karşı mücadele eden Sabahattin Ali de nasibini aldı. Gökçer Tahincioğlu’nun Sabahattin Ali’yi Kim Öldürdü eseriyle geçtiğimiz yıl ışık tutulduğu üzere, son zamanlarında MİT tarafından gün gün takip ettirilen Ali, Bulgaristan’a geçme amacıyla bindiği kamyonda, askerden atılma subay eskisi Ali Ertekin tarafından katledildi. MİT ile bağı sorgulanan Ertekin de sonraki yıllarda “kaybedildi”. Ali, savaş sonrası dönemde Türkiye’nin geleceğini belirleyecek olan kontrgerilla cinayetlerinden belki de ilkinin hedefi olmuştu.

Sabahattin Ali 76 yıl önce katledilse de gayesi, üç-beş muktedire karşı yürekli bir mücadelenin öyküsü bu topraklarda sürmeye devam ediyor:

“Sakın tepenize bir sırça köşk kurmayınız. Ama günün birinde nasılsa böyle bir sırça köşk kurulursa, onun yıkılmaz, devrilmez bir şey olduğunu sanmayın. En heybetlisini tuz buz etmek için üç beş kelle fırlatmak yeterdir” (Sırça Köşk).

NÂZIM HİKMET’İN SABAHATTİN ALİ’NİN ÖLÜMÜNE VE SONRASINA DAİR YAZISINDAN:*

Sabahattin’in saçları vaktinden önce ağardı

… Sabahattin’in ilk hikâyesini o devirdeki Resimli Ay’da yayınlaması, yazarın o zamandaki edebiyat, dolayısıyla politika cereyanları arasında belirli bir safta yer alması demekti. İlk yazısını bize getirişi Sabahattin’in antiemperyalist, demokratik temayülünü gösteriyordu. Gerek dostluğumuz, gerek Resimli Ay’ın o zamanki çevresine girişi, gerekse sonraları Sinop Cezaevi’nde Parti üyelerinden bazılarıyla tanışması, Sabahattin Ali’nin sosyalist idealleri benimsemesinde tesirli oldu. Bu benimseyiş her gün biraz daha kuvvetlendi. Sabahattin, Marx’ı, Engels’i, Lenin’i okuyor, uluslararası işçi ve halk hareketleriyle ve Türkiye işçi, köylü ve zanaatkârlarının hayatıyla, kavgasıyla yakından ilgileniyordu.

… Sabahattin, elbette ki bütün bu cellâtlar ve yamaklarından zekiydi, akıllıydı. Ama onlar sinsi, zalim ve kurnazdı. Ve teşkilatlıydılar. Oysaki Sabahattin hiçbir teşkilâta dâhil değildi. Parti’nin çok yakın sempatizanıydı, ama üyesi değildi. Parti üyesi olsaydı, bu onun hapislere girmesini, yahut katledilmesini belki yine de önleyemezdi. Lâkin, o kahrolası faşist provokasyonuna o kadar kolayca düşmez, bir ormanda öylesine kolayca katledilmezdi. Sabahattin’in saçları vaktinden önce ağardı. Öldürüldüğü zaman arkasında vefalı bir genç kadınla bir kız bıraktı.

Sabahattin Ali Türk edebiyatının ilk inkilâpçı-gerçekçi hikâyecisi ve romancısıdır. Türk edebiyatında Sabahattin’den çok önce natüralist, hatta tenkitçi-gerçekçi hikâyeciler ve romancılar vardır. Bunların üzerinde bilhassa Fransız natüralizminin ve gerçekçiliğinin izi görülür. Fakat tenkitçi-gerçekçilikle sosyalist-gerçekçiliğin arasında ve sosyalist-gerçekçiliğe yakın bir merhale olan inkılâpçı, halkçı gerçekçiliğin Türkiye’de ilk hikâyeci ve romancısı Sabahattin’dir.

… Evet, Türkiye orta sınıflarının, köylüsünün, fukarasının hayatını bizde anlatan ilk yazar Sabahattin Ali değildir. Fakat bunu büyük bir ustalık ve inkılâpçı, halkçı, gerçekçi bir görüşle yapan ilk hikâyecimiz, romancımız odur. Geçenlerde bir edebiyat tenkitçisi, İstanbul’da çıkan bir burjuva gazetesinde Türk edebiyatında, hele son devir romanlarını incelerken, Sabahattin’in adını anmamazlık edemiyor da, “Cumhuriyet devrinin en kuvvetli romancısı Sabahattin Ali’dir” diyor. Bunu demese, Türk edebiyatının son devrindeki romanı inkâr edecek. Aynı gazeteler Sabahattin’in katledildiği haberini âdeta sevinerek vermişlerdi. Aynı gazeteler, Sabahattin’in katilini neredeyse millî kahraman diye göstereceklerdi.

… Sabahattin, Türkiye halkının ve Türkçenin en namuslu, en yurtsever, en istidatlı evlâtlarından biridir.

* Kaynak: Sabahattin Ali, Anıları İncelemeler, Eleştiriler, haz. Filiz Ali, Atilla Özkırımlı, Sevengül Sönmez, YKY, 2014.

SABAHATTİN ALİ’NIN TOPLUMCU GERÇEKÇİLİĞİ*

Herkes bilir: Sait Faik eleştirel gerçekçi, Sabahattin Ali ise toplumcu gerçekçidir. Buradan da “Sakallının” sözüne çıkılır: “Filozoflar şimdiye dek dünyayı yorumlamakla yetindiler, oysa aslolan onu değiştirmektir.

Doğru da, keşke söylendiği kadar da kolay olsaydı! Bu sözü niye andım? Sanki öykücülüğümüzün iki öncüsü için söylenmiş gibidir bu söz. Gerçi Sabahattin Ali öykülerinden çok romanlarıyla anılır oldu, hatta ilk kez de “popüler” oldu, Sait Faik’in de romanları öykülerine göre kusurlu bulunur. Ama modern öykücülüğümüzün başında da bu iki ad durur. Sait Faik, sadece eleştirdiği ya da en fazla eleştirdiği, çözüm önermediği için, yorumlamakla yetinen filozof gibi görülürken, Sabahattin Ali özellikle öyküleri ve Kuyucaklı Yusuf romanıyla, ki Sabahattin Ali’nin en iyi bildiği, anlattığı kırsalın (köy ve daha çok kasaba) gerçekliği ve İçimizdeki Şeytan adlı, daha sonra kendisini Komünist olmakla suçlayıp ihbar edecek olan Turancı Nihal Atsız ve milliyetçi-Türkçü çevrelerden karakterlere de yer verdiği romanı nedeniyle, dünyayı “değiştirmeye” çabalayanların safında, toplumcu gerçekçi olarak görülür. Örgütsüz bir biçimde benimsediği toplumcu dünya görüşü nedeniyle Komünizmi övme suçundan yargılanır. Bunda Nâzım Hikmet sevgisi, Resimli Ay dergisi idarehanesinde onunla tanışması, Nâzım Hikmet’in onun ilk öyküsünü beğenip yayımlaması, Zekeriya ve Sabiha Sertel’le dostluğu gibi konuların da payı vardır hiç kuşkusuz.

PİYASALARDA SON DURUM
  • DOLAR
    -
    -
    -
  • EURO
    -
    -
    -
  • ALTIN
    -
    -
    -
  • BIST 100
    -
    -
    -