Sadece dünyada değil Türkiye’de de çocuk sahibi olma oranı her geçen yıl azalırken, anne – baba olmak özellikle eğitimli, kariyer sahibi aileler açısından bir hayat projesi olarak şekilleniyor. Dolayısıyla da geleneksel anne-babalar yerini, çağın koşullarıyla kulak memesi kıvamına gelen veya kimi zaman bıçakla bile kesilemeyen modern ebeveynlere bırakıyor.
Aslında günümüz anne – babalarının çoğu henüz imkanların yeni yeni serpilmeye başladığı dönemin ailelerinden geliyor. X kuşağı (1960 – 1979) zor koşulların, krizlerin egemen olduğu bir dönemde kaygıyla ve otoriteyle büyürken Y kuşağında (1980 – 1999) koşullar biraz rahatlamıştı. Haliyle de bu kuşak diğerinin aksine değişime, ailesinden daha hızlı adapte olmak durumunda kaldı. Ve şimdi her iki nesil de ebeveynlik sınavından geçiyor. Ama nasıl, bir bakalım…
MODERN ANNENİN DRAMI
Modernite, birçok şeyde olduğu gibi ebeveynlik kavramına da şık bir fiyonk yapmaktan geri kalmadı. Hatta ipi anneye iki kez dolayıp üzerine bir de düğüm attı ve mükemmel olmaya çırpınan anne tipini yarattı. Ne de olsa günümüz ebeveynleri eğitime, kariyere kısaca başarıyla odaklı bir profil. Aynı kodlarla inşa ettiği evlilik, hatta üzerine anne-baba olma terfisi de eklenince, tüm iş yapış biçimlerindeki mükemmelik kaygısı otomatik olarak devreye girdi. Ancak tabi konu çocuk yetiştirmek olunca, mükemmellik hayatta durduğu gibi cümlede durmuyor. Kendini ilk fırsatta o cümleden atarken geride sadece kaygılı anneler bırakıyor.
Eskiye göre modern annelik anlayışının en büyük farklılıklarından biri anneden beklentinin hem enine, hem boyuna genişlemiş olması. Yani anne sadece çocuk doğurup, emzirip, koruyup, kollayıp büyüten bir figür değil artık. Bunları nasıl ve ne şekilde yaptığı önem arz ediyor. Örneğin annenin dünyanın neresinde hangi teknikle doğurduğundan başlıyor da çocuğunun yiyeceği, giyeceği, mobilyası, oyuncağı, doktoru, hastalığı, okulu, geleceği gibi birçok konuda uzman olması bekleniyor. Yani annelik aynı anda 15 ana dal yapan bir öğrenci gibi… Doktor, satın almacı, öğretmen, aşçı, stratejist, şoför ve daha bir sürü şey. Özellikle de çalışan annelerin yakasını bırakmayan suçluluk duygusu onları aşırı anneliğe itiyor. İttikçe de süper anne yarışına dönüyor ortam. Kendiyle, çocuğuyla, çocuğunun arkadaşlarıyla, ebeveynleriyle, öğretmenleriyle bitmek bilmeyen bir mesai başlıyor. Zaten en kötü whats app velisi oluyorlar. Süper görünmek için gerçekten süper bir yer!
Aslında literatür de günümüz annelerinin işinin daha zor olduğunu söylüyor. Fransız filozof ve yazar Elisabeth Badinter, bedensel ve duygusal bakımın ötesinde çocuğun bütün gelişiminin anneye yüklendiği bir modern zaman kavramından bahsederken, geleneksele göre modern annenin daha fazla sorumluluk üstlendiğini belirtiyor. Çocuğunu her konuda en ileri bilgiyle yetiştirmesi gereken bu yeni annelerin kariyerlerini devam ettirirken öte yandan da kişisel bakımlarını, özel yaşamlarını ve hatta özgürlüklerini ihmal etmemeleri gerektiğini vurguluyor.
Bu sebeple de özellikle sosyal medyanın, yeni annelik (new momism) kavramının pompalanmasına katkısını yadsıyamayız. Anne olduktan sonra beliren birçok yazar, blogger, influencer ile birlikte annelik bir pazarlama nesnesi haline gelirken, günümüz anne – babaları da bu paylaşımlardan aldığı feyzle kendine en uygun model ne ise ona dönüşüyor.
KAPLANDAN DRONE’A AŞIRI EBEVEYNLİK
Modern ebeveynlik kavramıyla birlikte ilk tanıştıklarımızdan biri kaplan ebeveynlerdi. Otoriter, disiplinli, başarı odaklı, hırslı ve sevgisini fazla göstermeyen bu anne – babaların bir kısmı çocuklar üzerinde başarıya ulaştılar ancak asıl isteklerini hayata geçirmek için kariyerini bırakan, yeni bir sanat dalına, eğitime, hobiye merak salan bireyler de genellikle bu ailelerin çocuklarından çıktı.
Kaplanları fil ebeveynler izledi. Duygusal bağlantıyı aşırı derecede ön planda tutan bu yaklaşımda sesler hiç yükselmezken, çocukların bir başarı veya hedefe yönlendirilmesinden özellikle kaçınıldı. Böylesi köşesiz, engelsiz bir hayatın ortasında ise çoğunlukla aileye bağımlı bireyler ortaya çıktı.
Sonra ne kaplan kadar sert, ne fil kadar yumuşak bir türe merhaba dedik : Helikopter ebeveyn. Bu kavram ilk kez 1969 yılında Psikolog Haim Ginott’un danışanlarından küçük bir çocuğun annesini tanımlarken “helikopter” benzetmesi sayesinde literatüre geçti. Çocuğunu aşırı koruyan, etrafında pervane olan ve kontrolü hiç elden bırakmayan bu ebeveyn tipi, yeni teknolojide neredeyse drone ebeveyne dönüşerek elinden her şey gelir oldu. Bir zamanlar çim biçme makinesi olarak adlandırılan ebeveynlerin de yerini alan bu anne baba tipi çocukları için türlü engeli ortadan kaldırmaktan imtina etmeden yolu açmaya, düzlemeye, tüm şartları çocukları için en uygun hale getirmeye çalışıyordu. Ama tabi çocuklarının bir engelle karşılaştıklarında sahip olmaları gereken refleks ve deneyim şanslarını da aynı süratle ellerinden alıyorlardı.
Amerikalı Psikoloji Profesörü Neil Montgomery’nin 2010 yılında yaptığı bir araştırmada, aşırı korumacılığın çocukların kişiliğinin üzerinde kalıcı etkilere sahip olduğunu, çocuklar yaşlandıkça kaygı, sorunlarla baş edememe ve depresyon gibi durumların üstesinden gelmekte zorlandığını açıkladı. Araştırma aynı zamanda, helikopter ebeveynleri olan öğrencilerin yeni fikir ve eylemlere daha az açık olduklarının; kritik durumlarda savunmasız, endişeli ve bağımlı kişilikler sergilediklerinin de altını çizdi. Tabi ki bunun en önemli sebebi ebeveynlerinin gerek sözleri, gerekse de davranışlarıyla çocuklarının yaptıklarının asla yeterince iyi olmadığını göstermeleriydi. Yani yine çocuğunu kendinden nişan alan bir mükemmellik kaygısı. …
Kendi doğrularımızdan ördüğümüz duvarlara sürekli toslayan çocuklar yaratmak bir başarı değil. Ya da acısız bir konfor ortamı hazırlayıp, pamuklar içinde onlara sunmak da…
Nasıl ki içimizde, her zaman doğruyu gösteren bir pusulanın peşindeysek.
Onu çocuğumuza da yerleştirmek, hatta içselleşmesini becerebilmek asıl mesele.
Ödev değil, uzuv gibi.
Ancak o zaman aynadan yansıyan dışarıdan çok içindeki aynanın gösterdiğine güvenen, güvendiğimiz bireyler yaratacağız.
Elçin Demiröz