Kuzey Teve

Şırnak’ta savaş manzaraları

Şırnak’ta savaş manzaraları
Gençağa Karafazlı( karafazli@msn.com )
99 views
03 Ocak 2021 - 12:05
Spread the love

 Fatih POLAT

Diyarbakır/Şırnak

Cizre ve Silopi hem yakın dönemdeki gelişmeler açısından, hem de yakın tarihimizdeki yeri bakımından özel bir önemi var.
Bölgedeki gezimizin ikinci günü olan 25 Ağustos’ta Şırnak’ın, son dönemde özel harekat polislerinin baskılarıyla gündeme gelen bu iki ilçesine gittik.
Önce Cizre’den başladık. Cizre, iktidarın 7 Haziran seçimlerinin sonuçlarından hoşnut olmadığı yerlerden biri. Bu ilçede HDP yüzde 91.9 oy oranında oy alırken, AKP yüzde 4.3’te kaldı.

CİZRE’DE BARİKATLAR
Cizre aynı zamanda 1990’ların başında kitlesel serhildanların yaşandığı yerlerin de başında geliyor. Hem direniş hem de gördüğü baskı açısından Cizre’nin adı yakın tarihimizde hep önde oldu. Cizre aynı zamanda, bir meslektaşımızın İzzet Kezer’in, 1992’de Newrozu izlerken panzerden açılan ateşle katledildiği yerdi.
Bugün de Cizre, iktidarın yeniden hem Kandil’e yönelik, hem de ülke içinde operasyonlara başladığı süreçte adı öne çıkan ilçelerden biri oldu. Hem devletin baskısı açısından, hem de buna karşı ilan edilen ‘öz yönetim’ ve ‘öz savunma’ ilanı pratikleri bakımından bu böyle.
Merkezinde resmi rakamlara göre 110 bin, burada bulunanların ifadelerine göre de yaklaşık 150 bin kişilik nüfusa sahip Cizre’de bizim gezdiğimiz 25 Ağustos tarihi itibariyle 10 mahalleden 6’sında ‘öz savunma’ uygulamasından söz ediliyordu. Bu mahalleler içinde Nur, Cudi, Gabar, Sur ve Yafes öz savunma uygulamasının etkin olarak uygulandığı mahalleler olarak belirtiliyor.
Cizre’de DBP İlçe Eş Başkanı Mesut Nart ve Cizre Kent Meclisi İlçe Eş Başkanı Mehmet Tunç ile görüşerek yaşananlar hakkında bilgi aldık.
Her ikisi de, burada özel harekat polislerinin baskısını uzun uzun örnekleriyle anlattı. Burada insanların can güvenliğinin kalmadığını vurguladılar ve ilçedeki 6 mahalledeki ‘öz savunma’ uygulamasının da bu ihtiyaçla gündeme geldiğini söylediler.
Her ikisinin anlattıklarında ilçelerinin adeta cezalandırıldığı vurgusu vardı ve bu şekilde yönetilmek istemediklerin için ‘öz yönetim’ ilan ettiklerini dile getirdiler.
Sohbetimizin ardından birlikte ‘öz savunma’nın uygulandığı yerlere gittik. Buralarda halk gece, oluşturulan barikatlarda nöbet tutuyormuş. Büyük kayalarla ve kum çuvallarıyla oluşturan barikatlarla mahallelerine polise ait büyük araçların girmesini engellemeye çalışıyorlar. Bir yerde de kum torbalarından oluşturulmuş bir mevzi görüyoruz.
Bu bir yandan kendilerinin de ifade ettiği gibi, mahallede yaşayanların evine bir kamyon kum götürmesini de engelleyen bir durum ortaya çıkarıyor. Diğer yandan bu savunmayı sürdürürken hem bir mücadele kararlılığını ifade ediyorlar, hem de kaygılarını dile getiriyorlar. Burada iki üç sokağın kesiştiği yerlerde hendekler görüyoruz. Bazılarının üstü daha sonra kapatılmış. Bazılarının da içi su dolu. Geçebilmek için etraflarından dolaşmamış gerekiyor. Daha önce polisin şu an gezdiğimiz Nur Mahallesi’nde evin bahçesini yıktığını gösteriyorlar. Yer yer duvarlar da mermi izleri görüyoruz.
Açıkçası buraları gezip görüntülerken bir yandan da gazeteciler olarak, bu görüntüleri yayımladığımızda ortaya çıkacak bir baskın ile yaşanılabileceklerin endişesini de taşıyoruz. Ama diğer yandan da buraları yayımlamamız için gezdiriliyoruz ve bize detaylı olarak anlatıyorlar yaşadıklarını.
Bu arada Cizre’de çok sayıda çocuk da olup bitenlere rağmen koşturup oynuyorlar. Bizi görünce fotoğraflarını çekmemizi istiyorlar ve barikatların üzerine çıkarak zafer işareti yapıyorlar.

SİLOPİ’DE SAVAŞ İZLERİ
Cizre’nin ardından geldiğim Silopi’de de DBP Silopi İlçe Eş Başkanı Yunus Tuncay ve HDP İlçe Eş Başkanı Ali Balın’dan bilgi aldık. Silopi de son seçimlerde HDP yüzde 89.2, AKP yüzde 6.9 oy almış. Benzer bir cezalandırma pratiği burada da yaşanmış. Burada yaşayanlar bize, ilçeye dışarıdan getirilmiş olan özel harekat polislerinin, 1990’lardaki yöntemleri uyguladıklarını dile getiriyorlar.
7 Ağustos günü özel harekat polislerinin önde olduğu ve içinde burada görev yapan emniyet görevlilerinin de yer aldığı kolluk güçlerinin mahallelerinde terör estirdiğini anlatıyorlar. Sohbetimizin ardından yaşananları görmek için mahalleleri dolaşıyoruz. Bizi götürdükleri mahallelerden birisi Zap Mahallesi. Türkçe ismi ise Başak Mahallesi. Buralarda da Cizre’ye benzer ‘öz savunma’ barikatları görüyoruz. Ancak burada kısa süreli bir savaşın görüntüsü olarak değerlendirilebilecek manzaralar var. Birçok evin duvarında kurşun izleri görüyoruz. Atılan mermi ile yakılmış bir evi dolaşıyoruz. Tam anlamıyla tarumar olmuş. Yoksul bir ailenin evi olduğu belli. Sınırlı sayıdaki eşya ve yatak döşek bir odaya toplanmış, hayat olabildiği kadarıyla burada sürdürülüyor.
Biraz ilerledikten sonra yanarak adeta iskelete dönüşmüş bir iş makinesiyle karşılaşıyoruz. Bize molotofla yakıldığını söylediler, ama gördüğümüz manzara ‘Herhalde roket hedef almış’ yorumlarına neden oluyor.

‘AĞABEYİM DÜŞTÜ, BEN DE ÜSTÜNE DÜŞTÜM’
Bütün bu manzaranın çok önemli bölümü 7 Ağustos’ta yaşanmış. Burada yaralıları da ziyaret ederek konuşuyoruz. Nahide Aşula 13 yaşında. Silopi’de 7 Ağustos’taki operasyon ve saldırıda gelen bir şarapnel parçası ile boynundan yaralanmış.
Şöyle anlatıyor o anı:
– Sabah saat 5’ti. Ağabeyim hastaneye staj için gidecekti. Telefonunu evde bırakmıştı, benden getirmemi istedi. Baktım yere düştü, ben de onun üstüne düştüm.
Bandajlı yerini göstererek soruyoruz;
– Ne geldi burana?
– Bilmiyorum, parçalar.
Ardından yaralanmış bir başka kişinin evini ziyaret ediyoruz. Aynı gün bacağından yaralanan Engin Armağan’ın evi. O an evinin bahçesinde durduğu yeri eliyle gösteriyor. Kurşun önce kapıyı delmiş, sonra da bacağını delerek geçmiş. Kapıda açılan delik normal bir mermi deliğinden daha büyük. Armağan kendisini yaralayan merminin ne mermisi olduğunu bilmiyor. Burada mermi için ‘uçaksavar mermisi’ dahil, birden farklı şey söylendi.
Diyarbakır’ın Lice ve Silvan ilçelerinde olduğu gibi burada da barışın inşası için müzakerelerin yeniden başlatılması isteniyor ve devleti bu konuda duydukları güvensizliğin yol açtığını dile getirdikleri yeni bir pratiği yaşıyorlar.
Burada gördüklerimizin belki 1990’lardan farklı yanı, Kobanê’de yaşanılan pratiğin bir benzerini çağrıştıran görüntüler yaşanıyor oluşu. Direniş yöntemi olarak, bu açıdan bir öykünme var gibi. Çatışma sürecinin mahallelere indiğini gösteren manzaralar bunlar. Tüm bunlarla birlikte ‘çözüm sürecinin’ buzdolabından indirilmesi temel bir talep.   


VALİ AKSOY’UN SÖYLEDİKLERİYLE SAHADAKİ DURUM ÇELİŞİYOR

Diyarbakır’da görüşmelerimiz ilk gün Diyarbakır Büyükşehir Belediye Eş Başkanları ile başladı ve son gün, Diyarbakır Valisi ile sonlandı. Vali ile görüşmemiz sırasında önce heyetimiz adına Celal Başlangıç, şu ana kadar yaptığımız temaslar konusunda ve buraya geliş amacımıza dair kısa bir bilgi vererek, buradaki gözlemlerimizi bir rapor halinde hem ulusal hem de uluslararası basın kuruluşları ile, kamuoyu ile paylayacağımızı dile getirdi.
Vali Hüseyin Aksoy, konuşmasına başlarken, daha önce Başbakanlık İnsan Hakları Koordinatör Üst Kurulu Sekreteryasında İçişleri Bakanlığı temsilcisi olarak görev aldığını ve buradaki görevinde de insan haklarını önceleyen bir uygulamayı hayata geçirmeye özen gösterdiğini söyledi. Aksoy Silvan’da yaşananları anlatır-ken, “Silvan’da bir sokak kapatılıyor, orada halkın sağlık hizmeti aldığı bir yer işgal ediliyor ve o mahallede barikatlar kurularak kurtarılmış bölge gibi tutuluyor. Barikatların üzerine patlayıcı tuzaklar kuruluyor ki, polis gelmesin, gelirse de patlatılsın ve ölümler olsun. HDP milletvekillerimiz de iyi niyetle geldiler ve kendileriyle bu konuda konuştuk. Fakat onlar da zannediyorum sözlerini dinletemediler. Oradaki ortam kabul edilebilir bir şey değil. Ulusal ve uluslararası basında da yer aldı, ‘Burası Irak mı, Suriye mi?’ gibi haberler çıkmaya başladı. Kabul edersiniz ki, böyle bir şey kabul edilebilir değil. Bizim de, hiç bir görevli arkadaşımızın ve eylemciler de dahil kimsenin zarar görmemesi önceliğimizdi. Ama böyle bir ortam oluşunca oraya müdahale etmek, kapalı bir yer var ise orayı açmak devletin göreviydi.”
Vali Aksoy ile görüşmemiz sırasında tanık olduğumuz insan hakları ihlali olarak değerlendirilebilecek uygulamaları tek tek örnekleriyle sorduk. Sokağa çıkma yasağı uygulamasından, Sur Belediye Eş Başkanlarının evlerinin basılması ve gördükleri muameleden tutuklanma süreçlerine, gazetecilerin ve bazı kurum temsilcilerinin ‘devlet kendi içine kapandı, ulaşamıyoruz’ diye ifade ettikleri şeylere kadar pek çok konuyu sorduk. Aksoy, yoğunluk dışında basınla görüşmemek gibi bir kastı olmadığını dile getirirken, diğer konularda, Diyarbakır’da hayatın normale dönmesini istedikleri, kendileri açısından bir baskı düzenini kurumsallaştırmak gibi bir amacın söz konusu olmadığını ifade eden açıklamalar yaptı.
Ancak Aksoy’un dile getirdiği ‘insan haklarını’ önceleme tutumu ile bizim uygulamada, sahada gördüklerimiz arasında ciddi çelişkiler olduğunu da ifade etmeliyiz. Örneğin kendisi bize Silvan’da sokağa çıkma yasağının 3 mahalleyi kapsayacak biçimde ilan edildiğini, kaymakam ile de bu şekilde konuştuğunu dile getirirken, biz kendisine bu yasağın tüm ilçeyi kapsayacak biçimde alındığına dair Silvan Kaymakamının ıslak imzası bulunan belgenin fotoğrafını gösterdik. O da bunun üzerine ‘Biz böyle konuşmamıştık’ dedi.


RACİ BİLİCİ: ŞİDDET SARMALINDAN ÇIKMANIN TEK YOLU DİYALOG

Diyarbakır’da görüştüklerimizden birisi de, uzun yıllardır insan hakları mücadelesinden tanıdığımız İHD Diyarbakır Şube Başkanı Raci Bilici’ydi. Sözü kendisine bırakalım: “Ağrı Diyadin’e gittim. Orada bir sivil ve bir PKK militanının infaz edildiğini gördüm. Ardından Silvan ve Lice’deki gelişmeler oldu. Zaten sizler de izlediniz. Silvan’da kolluk güçleri belediyenin araçlarına el koyduğunda biz oradaydık, belediyedeydik.
Öte taraftan ailelerin bizlere başvuruları var. Hem PKK’nin alıkoyduğu asker, polis ve siviller var. İnfaz koruma memurları var. Yol kesmelere ilişkin yapılan başvurular var. Biz bütün bunların sonuç olduğunu ve infazların derinleşmemesi, sorunların içinden çıkılamaz bir hale gelmemesi gerektiğini düşünüyoruz. Çatışma sürecinin yeniden başlamasından itibaren biz İHD olarak 25 kişilik bir izleme heyeti oluşturduk. Dönem dönem bu sürecin tanığı, izleyicisi, dönem dönem de mağduru olduk.”
Bilici, bölgede yeni bir statü talebi olarak başlayan ‘öz yönetim’ talebinin süreceğine dair duyumları olduğunu anlattı.
Bilici’nin, şiddet sarmalından çıkılması için söyledikleri de şöyle: “Tek yolu diyalogdur. Sayın Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması ve müzakerelerin daha sonuç alıcı ve şeffaf bir şekilde yürütülmesidir. Geçmişte yaşanan sıkıntıların yeniden yaşanmaması ancak bu şekilde mümkün olabilir.”


TAHİR ELÇİ: SEÇİMLERDEN ÖNCE BİR SAĞDUYUNUN HAKİM OLACAĞINI DÜŞÜNÜYORUM

Gezimiz kapsamında görüştüğümüz isimlerden biri de Diyarbaır Barosu Başkanı Tahir Elçi’ydi. Elçi de bizim bulunduğumuz gün, bizden kısa bir süre önce Silvan’da incelemelerde bulunmuştu. Elçi hem Diyarbakır Valisi ile hem de Silvan Kaymakamı ile görüştüklerini, ikisinde de Silvan’daki güvenlik güçlerine hendekleri kapatmaları, ama çatışmalardan da kaçınmaları yönünde talimat verdiklerini dile getirdiklerini aktardı. Elçi şöyle devam etti: “Bir kere silah patlayınca inisiyatif biraz da eli tetiğe gidenler de kalıyor. Bu anlamda ben açıkça söyleyeyim, ortalık 1990’lardaki gibi JİTEM’cilerin ortalıkta dolaştığı bir can pazarına dönüşmüş değil. Ama tabii ki Silvan’da özellikle o 2-3 mahalle çok büyük zarar görmüş. Ama objektif olarak da şunu söylememiz lazım, YDG-H ya da bazı insanlar bu mahallelerde bulunmuşlar. Buralarda hendek kazınmış,  ve buralara yönelik bir operasyonal faaliyete girişilmiş. Ondan sonra da çatışmalar olmuş. Ancak kanımca yaşananlar hâlâ daha kontrollü gidiyor, yani gidin nereye giderseniz kadar gibi değil de, ihtiyatı elden bırakmadan hareket ediliyor. Biz bu çatışma süreci yeniden başladığında dört açıklama peş peşe yaptık. Dedik ki, bu çatışma süreci bir an önce sona ermeli, ama sona erene kadar da, çatışma hukukuna, Cenevre Sözleşmesine uyulsun, dedik. ‘Sivillerin hedef olmaması’, ‘Çatışmaların sivillerin olduğu bölgelerin dışında gerçekleşmesi’, ‘Operasyonal görevden bulunmayan güvenlik görevlilerine yönelik herhangi bir saldırıdan kaçınılması’ gibi kurallar söz konusu bu sözleşmede. Biz hep bu konuda uyarılarda bulunuyoruz.
Biz her iki tarafta da bu konuda ihtiyatlı bir yaklaşım gördük. Tamam Kandil’e yönelik bombalamaların psikolojik yanı ağır basıyor. Ama ben hâlâ da devletin kontrollü gittiğini, örgütün de kendisini devleti bir takım şeylere zorlamaya yönelik mesajlar vermek noktasında hareket ettiğini sanıyorum. Ama bunlar ne kadar böyle sürer bilemem. Ama halen de iş işten geçmiş değil. Ben seçim sürecine de girildiği bir dönemde sağduyunun hakim olacağını düşünüyorum.” Elçi bir yandan seçim mitinglerinin olduğu, diğer yandan da cenazelerin geldiği bir ortamın birlikte yaşanmasının mümkün olamayacağını düşündüğünü söyledi.
Tahir Elçi’ye, Sur Belediyesi Eş Başkanlarının tutuklanırken gördükleri muameleyi, 302. maddeden tutuklanmış olmalarını ve kent dışında uzak kentlerdeki cezaevlerine gönderilmiş olmalarına dair görüşlerini sorduk. Elçi ve orada bulunun baronun yönetim kurulu üyeleri, Sur Belediyesi Başkanlarının ‘öz yönetim’ konusundaki açıklamalarının düşünce özgürlüğü bağlamında değerlendirilmesi gerektiğini söylediler. Ancak yargının öz yönetim ile silahlı eylemleri ya da faaliyeti birlikte ele alarak 302. maddeyi uygulamaya yönelik bir sonuç çıkarma tutumu içinde olduklarını dile getirerek bunun kabul edilemez olduğunu aktardılar.
Elçi ayrıca, basın meslek örgütleri ve bir grup gazeteci olarak inşası içinde olduğumuz sansürle mücadele platformu konusunda da bize baro olarak her türlü desteği vermeye hazır olduklarını da özellikle ifade etti.

PİYASALARDA SON DURUM
  • DOLAR
    -
    -
    -
  • EURO
    -
    -
    -
  • ALTIN
    -
    -
    -
  • BIST 100
    -
    -
    -