Suriye askerleri yolu kesmişti. Kimlik kontrolü yapıyorlardı.
Burası sınırın sıfır noktasıydı. Öte taraftaki Nusaybin, Kamışlı’nın bir mahallesi kadar yakın duruyordu.
Kamışlı’dan Nusaybin’e açılan gümrük kapısında Suriye askerleri nöbet tutuyordu. Kamışlı’daki az sayıda rejim askerinin bulunduğu noktalardan birisi bu gümrük kapısıydı.
Yine sayısı iyice azalmış olan Esad posterlerinden biri de bu kapıdaydı. Yolun diğer yanında, Esad’ın tam karşısına ise Öcalan posteri asılmıştı.
Suriye rejiminin askerleri bu nokta dışında Kamışlı Havaalanı’nda ve kentin Hıristiyan mahallesinin yakınında bulunan askeri lojmanlarda konuşlanmışlardı.
Kamışlı’da yaşayanlar Suriye askerleriyle birbirlerine değmemeye özen gösteriyorlardı.
Yanlışlıkla Suriye askerlerinin bulunduğu noktalara doğru giden yabancıları da “O tarafa pek gitmeyin, rejim askerleri var” diye uyarıyorlardı.
Yolu kesen askerler kimliklerimize şöyle bir göz ucuyla bakıp “geçin” anlamında salladılar ellerini.
Geçen yılın ağustos ayıydı. Ragıp Duran’la birlikte Artı TV’ye program, Artı Gerçek’e yazı dizisi hazırlamak için gelmiştik Kamışlı’ya. O gün de Suriye Demokratik Meclisi Eşbaşkanı İlham Ahmed’le randevumuz vardı.
Rejim askerlerinin bulunduğu noktadan geçip SDM’nin merkezine geldik. Binanın cephesinde IŞİD saldırılarından kalma mermi izleri hala duruyordu.
Şık giyimli, zarif bir kadın olarak tane tane konuştuğu Türkçesiyle yanıtlamıştı sorularımızı İlham Ahmed.
Bu söyleşiden yaklaşık 14 ay sonra bu kez ABD Kongresi’nde konuşmacı olarak çıktı karşımıza.
Elinde fotoğraflar vardı. Yine tane tane anlatıyor, söyledikleri kongre üyelerine teker teker çevriliyordu.
Bir fotoğrafı gösterdi İlham Ahmed.
“İşte bu saldırılarda kullanılan fosfor sonucu yanan bir çocuğun görüntüsü…”
Başka bir fotoğrafı kaldırdı kendisini dinleyen kongre üyelerine doğru:
“Katledilen çocuklar bunlar. Hıristiyanlar katledildi.”
Fotoğrafları peş peşe kaldırıyor, görüntülerin içeriğini tek tek anlatıyordu; “İşte bu görüntüler göçün görüntüleri…”, “Bunlar da bacakları kopmuş çocuklar…”, “Türk devleti katliam gerçekleştirdi…”, “Burada YPJ’li bir kadın savaşçının cansız bedenine basılıyor.”
Sonra fotoğrafları bir kenara koyup Türkiye’nin askeri harekâtı sonucu bölgede oluşan resmi net biçimde çiziyor:
“Kamplara yönelik saldırılar da oldu ve kimi DAİŞ üyeleri kaçtı. DAİŞ üyelerinin ailelerinden yaklaşık 600 kişi kaçtı. Tüm dünya ülkelerinin, ABD’nin güvenliğinin yeniden tehdit altına girme riski var. New York’taki patlamanın faili dahi bizde tutuklu. Türkiye topraklarımızda kalarak bu çeteleri koruma umudu taşıyor. Topraklarımız, coğrafyamız parçalanıyor.”
Bu görüntü ABD Kongresi’nden. Avrupa Parlamentosu’nda da durum farklı değil. Dünkü oturumda Türkiye kınandı, askerlerinin çekilmesi ve yaptırım uygulanması ezici bir çoğunlukla karar altına alındı.
Aynı gün SDG Genel Komutanı Mazlum Kobane hem Trump tarafından ABD’ye davet edildi hem de Rusya Savunma Bakanı Sergey Şorgu ve Rusya Genelkurmay Başkanı Valeriy Gerasimov’la telekonferans gerçekleştirdi.
“Barış Pınarı Harekâtı”yla Ankara Suriye Kürtlerine muazzam bir meşruiyet alanı açtı. YPG ve SDG’yi “terörist” ilan edip PKK’nin yanına itmeye çalışırken istemeden de olsa PKK’yi YPG ve SDG’nin haklı savaşımının kaynağı ilan etmiş oldu.
Ankara’nın Suriye Kürtlerine dönük hamlesi yine istemeden de olsa YPG/SDG’nin Şam’la bir uzlaşma zemini bulmasına yol açtı.
Aslında Erdoğan ABD ile 120 saatlik ateşkesi, Rusya ile 150 saatlik mutabakatı imzalarken dolaylı da olsa asıl pazarlığı YPG/SDG güçleriyle yapıyordu.
Daha da önemlisi Erdoğan’ın askeri harekâtı Kürtlere ulusal birlik açısından müthiş bir zemin açtı. Farklı ülkelerdeki, farklı siyasal yapılardaki Kürtlerin Rojava üzerinden yan yana gelmesini sağladı.
Değil Avrupa’nın, dünyanın birçok ülkesinde, o ülke yurttaşlarının da yığınsal olarak katıldığı Rojava’ya destek eylemleri de Erdoğan’ın bu savaş kararı sayesinde gerçekleşti. Dünya kamuoyu ilk kez Kürtlere bu denli yoğun destek verdi.
Belki de tarihinde Türkiye diplomatik olarak dünyada ilk kez bu kadar yalnız kaldı. Suriye Kürtlerine dönük bu askeri harekât dünyanın vicdanını ayağa kaldırdı.
Birleşmiş Milletler’den (BM) Arap Birliği’ne kadar bütün dünya Ankara’ya cephe aldı.
Bir gecede Özgür Suriye Ordusu’ndan (ÖSO) Suriye Milli Ordusu’na (SMO) terfi ettirip önüne kattığı cihatçı çeteler sayesinde dünyanın gözünde savaş suçu işleyen bir ülke olarak teşhir edildi.
ABD ile 120 saatlik, Rusya ile 150 saatlik mutabakatın sonucunda hedeflediği 444 kilometre eninde, 32 kilometre derinliğinde bir güvenli bölge yerine, 120 kilometre eninde 32 kilometre derinliğinde bir bölge ile Serakaniye/ Resulayn ile Grespi / Tel Abyad kasabaları kaldı elinde.
Sekiz yıl önce Suriye’nin başkenti Şam’daki Emevi Camisinde Cuma namazı kılmak da Erdoğan’ın uzak bir düşü olarak tarihe yazıldı. Şimdi ancak elde ettikleri açısından Türkiye’nin sınır komşusu Serakaniye/Resulayn ya da Grespi/Tel Abyad kasabalarının camilerinde kaza namazı kılabilirler.
Suriyeli sığınmacılardan iki milyonunu TOKİ’nin kuracağı köylere kasabalara yerleştirme hayalleri de şu anda tümden suya düşmüş durumda. Bu saatten sonra 120 kilometrelik sınırda villa yaptıracak “kupon arazi” bakabilirler artık.
Saraydan beslenmeli televizyonların her gece “Türkiye ne kazandı” KJ’siyle yayınladığı “büyük zafer”, “hem sahada hem de masada kazandık” kıvamında programları da elde yeterli malzeme olmadığı için mezarlıktan geçerken karanlıkta ıslık çalmaya dönüşüyor.
Sonuç olarak bu savaşta küçük bir muharebeyi kazandı Erdoğan iktidarı ancak büyük bir savaşı her cephede kaybetti.