Kısa kollu tişörtünün üzerine çelik yelek giyerek çıkmıştı sahneye.
Kendisini koruyan Alman sivil polislerden ikisi sahnenin merdivenlerini tutmuştu. Salonun köşelerinden izleyicilerin neredeyse tek tek çıplak gözle fotoğraflarını çekiyordu diğer sivil polisler.
İşin ilginci Hayko Bağdat Köln’deki bir tiyatro salonunda tek kişilik oyunu Salyangoz’u oynuyordu ama takım elbiseli polislerden biri de sahnede koruma yapıyordu. İster istemez Hayko’nun tek kişilik oyunu iki kişiyle sahneye konuluyordu.
Çünkü Avrupa’da yaşayan Alevi ve Ermeni toplumların temsilcilerine, ülkesini terk etmek zorunda kalan gazetecilere, yazarlara, akademisyenlere ve kanaat önderlerine yönelik eylem hazırlığı içinde olan grupların ses getirecek bir eylem için harekete geçtiği bilgisi ulaşmıştı HDP Milletvekili Garo Paylan’a.
“Geçtiğimiz hafta sonu çeşitli kaynaklardan doğrulanan bir istihbarat aldım” diyordu Paylan, 20 Aralık 2017’de yaptığı açıklamada.
“Bu istihbaratın vahim tarafı, saldırıları planlayan yapının Türkiye kaynaklı olduğu yönündeki bilgidir. Özellikle sansasyon yaratacak isimlere yönelmiş açık bir tehdit ile karşı karşıya olduğumuzu gösteren duyumlar aldım. Avrupa’daki emniyet birimleri, bu istihbari bilgiler sonucunda ciddi tedbirleri devreye soktular.”
İşte Hayko Bağdat’ın Berlin’de, Köln’de, Amsterdam’da çelik yelekle sahneye çıkmasının nedeni de Garo Paylan’ın açıkladığı bu istihbari bilgiydi ve İnterpol de Paylan’ın bu bilgisini doğrulamıştı. O günlerde pek çok Türkiye kökenli kişi sıkı korumaya alınmıştı Avrupa’da.
Sonuçta Garo Paylan’ın suikast ya da suikastlar girişimini erken açıklaması ya da sızan bazı bilgilere göre suikast timinin çökertilmesi sonucu kimsenin burnu kanamadan geçirilmişti o uğursuz süreç.
AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın önceki gün partisinin grup toplantısında yaptığı konuşma, ister istemez 2017 yılı sonunda Avrupa’da yaşanan o günleri hatırlattı.
DAEŞ halifesi Bağdadi’nin ABD tarafından düzenlenen bir operasyonla öldürülmesi üzerinden konuşuyordu Erdoğan:
“Bazı ülkeler milli güvenliklerine tehdit olarak gördükleri teröristleri her nerede olursa olsun bulup ortadan kaldırıyorlar. Öyleyse Türkiye’nin de aynı hakka sahip olduğunu kabul ediyorlar demektir. Buna ellerini sıktıkları, övgüler dizdikleri teröristler de dâhildir. İnşallah yakında bu konuda milletimize müjdelerimiz olacaktır.”
Bazı “iyi niyetli” gazetecilerin aklına hemen SDG Komutanı Mazlum Kobane gelmiş, “O mu?” diye sormuşlar. Keşke Erdoğan’ın kastettiği Kobane ile sınırlı olsaydı. Batı dünyasının “ellerini sıktıkları, övgüler dizdikleri teröristler” diyorsa Erdoğan emin olun ki bu tanıma Cumhur İttifakı’na destek vermeyen herkes dâhildir.
Seçim süreçlerinde bütün muhaliflerini nasıl “terörist” ilan ettiğini çok net gördük.
HDP’liler “terörist” ilan edileli çok oldu. Yollarını ayırdıktan sonra bütün Cemaatçiler “terörist” Erdoğan’ın gözünde. HDP’den gelen Kürt oylarına “Hayır” demeyen bütün CHP’liler, hatta Saadet Partililer de “terörist.” AKP’ye oy vermeyen bütün Kürtler haydi haydi terörist.
Rant uğruna ülkenin dağının, taşının, toprağının satılmasına karşı koyan çevreciler de “terörist.”
Türkiye’de AKP’ye yalakalık yapmayan gazeteciler de yurt dışına gitmek zorunda kalan gazeteciler de…
Saray’a biat etmeyen sanatçılar da cezaevinde yatmamak için ülkesini terk eden sanatçılar da…
Savaşa “Evet” demediği için kürsülerinden uzaklaştırılan akademisyenler de akademik çalışmalarını yurtdışında sürdürmek zorunda kalanlar da…
Erdoğan’ın gözünde bunların hepsi “terörist”tir.
Bu nedenle Erdoğan’ın sözlerini Batı ülkelerine dönük olarak “Senin ülkende muhaliflerime suikast yapacağım” diye de okumak mümkün.
Belli ki bu konuda karar verilmiş, hazırlıklar bile yapılmış. Bunu da Erdoğan’ın konuşmasında yer alan “İnşallah yakında bu konuda milletimize müjdelerimiz olacaktır” cümlesine bakarak anlamak mümkün.
Erdoğan’ın Batı ülkelerine dönük tehdidi bununla da sınırlı değil.
Hani sık sık söylüyor ya. “Eyy Avrupa! Kendinize gelin, operasyonumuzu işgal hareketi olarak nitelerseniz işimiz kolay, kapıları açar 3,6 milyon mülteciyi sizlere göndeririz” diye tehdit ediyor ya. İşte bu tehdidini aynı günkü konuşmasında bir adım daha ileriye götürdü.
Yurtdışında yaşayan Türkiyelileri, yaşadığı ülkelerin yönetimlerini sivil toplum, siyaset ve ekonomik güç yoluyla hizaya getirmesi için eylem yapmaya çağırdı.
“Eskiden beri Ermeni terör örgütleri ve PKK, son dönemde FETÖ’yü destekleyenler bunu yapabiliyorsa bizim vatandaşlarımızın da aynı başarıyı göstermeleri gerekir. Avrupa’da yaşayan beş milyonun üzerindeki vatandaşımız, birlik ve beraberlik içinde hareket ederek gücünü ortaya koyduğunda bunun karşısında kendine çeki düzen vermeyecek hiçbir ülke yoktur… Türkiye’nin burada yürüttüğü beka mücadelesinin en önemli ayaklarından birini de yurt dışındaki vatandaşlarımızın oluşturduğunu görmeli, kabul etmeli ve gereğini yerine getirmeliyiz. Özellikle Avrupalı ve ABD’li Türklere yakışan budur.”
Erdoğan’ın başında olduğu yönetim neredeyse bütün dünyayı karşısına almış, bölgesinde “mütecaviz” bir ülke olarak algılanan Türkiye görüntüsü yaratmıştır. Bu görüntü de durduk yerde oluşmamış, Saray’ın gerek komşu ülkelere, gerekse de sınır içindeki ve dışındaki Kürtlere yönelik saldırgan politikasından doğmuştur.
Şu anda bulunduğu nokta itibariyle artık Erdoğan, ABD’ye bile gidemez duruma düşmüştür.
Trump’ın 13 Kasım’da ABD’ye davet ettiği Erdoğan, 24 Ekim’de çıktığı bir televizyon programında “Ayın 13’ünde tabii ki bu davete icabet edeceğiz. Bir heyet olarak giderek oradaki görüşmeleri yapacağız” diyordu.
Ancak, ABD Temsilciler Meclisinin, Türkiye’nin Suriye’deki harekâta son vermesi için aldığı ekonomik ve askeri yaptırım kararı, belli ki Erdoğan’ın “tabii ki gideceğim” tavrını hayli değiştirmiş. Çünkü yaptırım kararında Erdoğan’ın dünyadaki mal varlığını araştırmak da var.
Bu nedenle olsa gerek 24 Ekim’de “Tabii ki gideceğim” diyen Erdoğan, bu karardan sonra 30 Ekim günü ABD’ye gidip gitmeyeceğine dönük bir değerlendirme yaparken “Soru işareti var, henüz karar vermedim” demek zorunda kalıyor.
Şu anda ABD’ye gidip gitmeyeceği belli olmayan Erdoğan, açık açık yurt dışına suikastçı ve mülteci ihraç edeceğini, Türkiyelilerin bulunduğu Batı ülkelerinin yönetimlerini hizaya getirmek için sokağa çıkartacağını söylüyor.
Diplomasi yapmak yerine özel harekâtçı üniforması giyerek yeşil bereli fotoğraflarını servis ettiği bir Dışişleri Bakanına sahip olan Türkiye, Erdoğan sayesinde suikastçı ve mülteci ihracatçısı bir ülke haline geldi.