Krizi Fırsata Çevirmek!
Her siyasal sistem, içerisinde bulunduğu kriz ve felaket gibi benzeri durumları kendi lehine çevirmek istemesi doğallıkla karşılanabilir. Yani sistemin etik kuralları çerçevesinde, demokrasiye de zeval getirmeden bunu yapmanızda bir sakınca yoktur.
Kapitalizm, 19. Yüzyılda Emperyalist aşamaya evrildiğinden beri gerici, şoven, baskıcı ve otoriter yüzünü sürekli daha ileri bir aşamaya çevirmektedir. Demokrasinin vaz geçilmezi olan seçimleri dahi ifrada vardırarak, insanları bıktırarak ve ahaliyi ‘artık olmaz olsun, yine mi seçimler’ dedirtircesine, kendisini egale eden, iktidarına taze kan aşılayan bir kepazeliğin parçası yapmıştır. Yenildiğinde ise, ‘olmadı bir daha’ diyebilecek kadar pervasızlaşmıştır.
Ülke için, sürekli bir dış ya da iç tehdit unsurları yaratılarak, demokratik kazanımlar ya askıya alınır ya da kırpılır. ‘Tehdit unsuru yaratılarak’ şeklinde kurduğum cümle tamamen bilinçlidir. Çünkü olmasa da bu tür unsurlar suni olarak üretilir, yaratılır, zoraki oluşturulur.
Bu kendisi açısından şunun için gereklidir; dış ya da iç düşman tehdit algısı, iç bağları güçlendirir, kenetlenmeyi oluşturur, sınıfsal sorunları törpüler ve yok saymasını kolaylaştırır. Hani Erdoğan’ın, 15 Temmuz Fetö kalkışması için ‘bu bir Allah’ın lütfuydu’ demesi ondandır işte. Kendi iktidarını mukemleştirme, değişmez ve yenilmez üstün duruma getirme için fırsat. Duruş şudur, ‘Darbe bana karşı yapıldı öyleyse buna karşı en iyi ben mücadele ederim’. Diğer muhalif kesimi ise, şeytanlaştırma, elimine etmek içinde büyük bir fırsat.
Şimdi ise, tüm dünyanın yaşadığı ve bizimde payımızı aldığımız ‘Korona Pandemisi’ söz konusu. İktidarın ekonomik anlamda tamamen sıkıştığı ve bundan çıkış yolu bulamadığı bir durumdayken adeta imdadına ‘salgın hastalık’ yetişti. Herkes can derdiyken, bana da bulaşır endişesi taşıyorken, ülke ve dünya bu felaketi yaşıyorken, bireysel olarak işinizi kaybetmişsiniz, yaşamsal ihtiyaçlarınızı karşılayamıyor, ödemelerinizi yapamıyormuşuz, kimin umurunda.
Siyasal iktidarlar, böylesi ortamlarda kendi yönetemezliklerini, krizlerini gizlerken, daha da otoriter bir edayla tüm toplumu kontrol ve kriminalize eden ve yönlendiren biçim alması bakımından emareleri yaşamaktayız. Bakınız, dünyanın birçok yerinde ‘Pandemi’ süreci şeffaflıkla yürütülürken, bizde, hasta ve ölüm sayısı, hangi şehirlerde olduğu konusunda açıklama yok. Basın bile bu işe yardakçı olmaktadır.
Sürece bu işin muhatapları karıştırılmamakta, uzak tutulmaktadır. ‘Ben yaptım oldu, ben söyledim oldu’ akıldışılığıyla hareket edilmektedir. Muhalif kim varsa, olur olmaz hukuksuz bir şekilde cezaevlerini şişirdiler. Şimdi de, içerideki bu sıkışıklığı bertaraf etmek için ‘salgın’ bahane edilerek çıkartmaya çalıştıkları ‘infaz yasası’ gündemde. Nerede bir it kopuk ve suç makinesi varsa bırakacaklar ama ‘siyasal ve muhalif’ düşüncelerinden dolayı hukuksuzca yatan yığınla insan içeride kalacak.
Yasaları, kanunları, torba torba, paket paket çıkartıyorlar. Böyle yapıyorlar ki, yasanın içerisinde toplumun genelini ilgilendiren ve yararına olanlar karşısında, alakasız, kendileri için yararlı yasaları da içerisine atabilsinler. Bu da işin diğer tarafı.
Toplum, tüm bu melanetlere sesini gerektiği gibi çıkartamıyorsa, bunun nedenlerini daha gerilere giderek aramak gerekmektedir. 1980 miladından sonra, toplumu, güç sahiplerinin iktidarlarını daha da süreklileştirmek için adeta bir ‘toplum mühendisliğiyle’ ilmek ilmek işlemişlerdir.
Peki, tamam da, sol buna karşı ne yapmalı, nasıl tavır almalı. Tüm bunlarla baş edebilmenin yolu yok mu? Bir yol bulamayacak ya da açamayacak mıyız? Elbette yolu var. Bu yol yıllarca söylediklerimizden çok da farklı olmayacaktır. Yani yeni keşiflere gerek yoktur. Yapılması gereken, bu işi kendilerine dert edinenler, Solcular, Sosyalistler, Muhalifler olarak, yaptığımız işi, siyaseti, emeği ve duyguyu ‘ete kemiğe’ büründürebilmektir. Yani, bu sorumluluğun içerisine elimizi değil, gövdemizi koymazsak başarılı olmak mümkün değildir.
Halkın muhafazakarlığı, dindarlığı, milliyetçilik hassaslığı vb hepsi dikkate alınası konulardır, ama asıl mesele bu değil bence. Biz insanlara, kendimizle ilgili güven verememişiz, bu işin ciddiyeti, samimiyeti ve özveriliği konusunda yeterli olamamışız. Mücadelede kararlı süreklilik sağlayamamışız. Sürekli git-gellerle boğuşmuşuz. Kendi toplumumuzu öyle diğer toplumlardan çok ayrı düşünmeyelim. Yani bu toplum, kendisi için yapılanları görünür kılar ve inandırıcı olursak, bize de inanmaması için neden yok.
Şimdi tüm bunlardan dersler çıkartarak, önemli okumalar yaparak, düşünme fırsatı yaratarak, takkeyi önümüze koyarak, mücadelenin içerisine duygu ve sevgimizi de katarak yeni bir atılıma ve mücadeleye hazırlanalım derim…
Not: Ya bu toplumda diğer sınıflar gibi eşit ve özgür yaşayacağız ya da fareler gibi pineklemeyi sürdüreceğiz. Yakınmak yok.