Yaz aylarında vücudumuza D vitamini depolamak için güneşleniriz. Ancak bunun püf noktalarını bilmiyorsanız, güneşlenmenizin bir yararı yok.
Hürriyet gazetesi yazarı Osman Müftüoğlu, “D vitamini üretmenin sırları” başlıklı yazısında güneşlenmenin ve D vitamini depolamanın ayrıntılarını tek tek anlattı.
İşte o yazı:
Yaz bitti bitiyor, güneş de gitti gidiyor. Ama şanslıyız, önümüzde upuzun bir tatil bizi bekliyor. Üstelik bu uzun tatil bize bolca güneşlenme fırsatı vaat ediyor. Bu 10-12 gün cildinizi güneşle buluşturmanız ve kış için yeteri kadar D vitamini depolamanız için mükemmel bir fırsat. Peki bu işin de bazı küçük detayları var mı? Tabii ki var. Gelin isterseniz bu uzun tatilden hemen önce D vitamini üretimini yönetmenin sırlarını yeniden bir hatırlayalım. Buyurun…
VARAN 1: Güneş olmadan olmaz
Yumurta, yağlı balıklar, hayvansal yağlar, sakatat grubu besinler D vitamininin en güçlü besinsel kaynakları ama bedenimizin D vitamini ihtiyacının sadece yüzde 10’unu bunlarla karşılayabiliyoruz. Geri kalan yüzde 90’ı için güneşe muhtacız. Güneşlenmek zorundayız. D vitaminiyle güçlendirilmiş bazı fonksiyonel ürünler, mesela sütler, meyve suları da faydalı olabiliyor ama prensip hiiiç değişmiyor: Güneş olmadan, güneşlenmeden, cildi güneşle buluşturmadan yeteri kadar D vitaminine sahip olmamız mümkün değil.
Güneşle buluşamıyorsak eğer yapacağımız en doğru şey, D vitamini desteklerinden (kapsüller, damlalar, ampuller) faydalanmak. Ancak şunu unutmamak lazım: En güvenlisi ve faydalısı D vitamini, deride güneşten gelen UVB sayesinde üretilen doğal D vitamini. Deride üretilen D vitamini suda çözülebildiğinden hücrelere kolayca girebiliyor. Bu nedenle de etkisi yağda çözünen yapay şekline oranla daha fazla oluyor. Ağız yoluyla kullandığınız D vitaminleri genelde “sülfatsız” olduklarından suda değil, yağda eriyor, etkileri de sınırlı kalıyor.
VARAN 2: Güneşle birebir buluşmak zorundayız
Önemli bir ayrıntı da şu: Güneşin UVB ışınları sayesinde ciltte üretilen sülfatlı D vitamini sülfat bağından ayrıldığında bir enerji açığa çıkıyor. Sülfat bağı bir anlamda güneş enerjisini vücutta depolayan bir “güneş pili” işlevi de görüyor. Kanserden korunmada, bağışıklığı güçlendirmede, depresyonu engellemede, kalp-damar hastalıklarını önlemede işe yarayan da işte bu D vitamininin sülfat formu ve güneşlenerek doğal D vitamini elde edip depolamak bu nedenle çoook daha doğru.
VARAN 3: Anne sütündeki D vitamini de çok değerli
Anne ve inek sütünde bulunan D vitamini de güneşlenerek cildimizde üretilen doğal D vitaminine benziyor. Yani onlar da sülfatlı. Anne sütü bu nedenle de çok değerli. İnek sütündeki D vitamini ise maalesef UHT uygulamasıyla tahrip oluyor. Yani UHT’li bir sütle alınan D vitamini muhtemelen sülfat fakiri! Özeti şu: Emzirmek, mümkün olduğunca uzun süreli emzirmek, bebekleri mamalar değil de anne sütüyle beslenmek çok ama çook mühim bir konu.
VARAN 4: Cam arkasında güneşlenmek yetmiyor
Cildin D vitamini üretmesini sağlayan UVB ışınları kapalı/güneşsiz, bulutlu havalarda cilde yeterince ulaşamaz. Pencere veya araba camı gibi bir engelle temas ettiğinde de o engelleri yeteri kadar aşamaz. Bu nedenle D vitamini üretmek için “açık havada güneşlenmek” zorundayız. Pencere ardında güneşlenirseniz UVA ışınları camı geçtiği için esmerleşebilirsiniz ama yeteri kadar UVB alamadığınız için cildinizde D vitamini üretimi yapamazsınız. Yine aynı nedenle yıl boyu güneşli bir şehirde (Mersin, Antalya) yaşasanız bile eğer sabah evden arabanıza gidip işinize gidiyor, gün boyu bol güneşli odanızda pencereniz önünde çalışıyor, sonra yine arabanızla eve dönüyorsanız D vitamini fakiri biri olmanız kaçınılmazdır.
VARAN 5: Öğlen saati 20-30 dakika bile yeterli
Ciltte D vitamini üretimini tetikleyen enerjiyi sağlayan UVB ışınlarının (mor ötesi ışınlar) cilde dağılmadan ulaşabilmesi için açık havada bulunmamız ve o ışınların bedene/cilde dik açıyla gelmesi, başka herhangi bir fiziksel engelle karşılaşmaması gerekiyor. Bu nedenle D vitamini üretimi en çok güneş ışınlarının dik açıyla geldiği öğle saatlerinde oluyor. Bu benim de geç öğrendiğim önemli bir ayrıntı. Sabah saat 10’dan önce, öğleden sonra saat 4’ten sonra yapılan güneşlenmelerin D vitamini üretimi açısından tatmin edici bir faydası yok.
VARAN 6: Kısa süreli ama mutlaka öğle saatleri olmalı
Günün çok erken ve çok geç saatlerinde yapılan güneşlenmeler daha ziyade cildinize UVA ışınlarının ulaşmasını sağlayıp sizi bronzlaştırıyor ama D vitamini üretimine ciddi bir katkısı olmuyor. Hatta tam tersine bu saatlerdeki güneşlenmelerde UVA ışınları, D vitamini öncüsü bir maddeyi yani kolekalsiferolü parçaladığından D vitamini üretimi aksamaya başlıyor. Bu nedenle güneşin dik geldiği öğle saatlerinde, yani gölgenizin boyunuzdan daha kısa olduğu saatlerde kısa güneşlenmeler yapmanız daha doğru. Yaz tatili dönüşü sonbahar check-up’larını yaptıranların laboratuvar raporlarında bir taraftan kararmış bedenlerine, diğer taraftan laboratuvar raporlarındaki düşük D vitamini değerlerine bakıp şaşırmalarının nedeni bu hata, yani öğle saatlerinde güneşten tamamen kaçmak olmalı.
VARAN 7: Bize UVA değil, UVB lazım
UVA, UVB’den farklı olarak ciltteki melanin hücrelerini uyararak bronzlaşmayı, yani kararmayı da artırabiliyor ama D vitamini üretimine herhangi bir katkı sağlamıyor. Hatta üretimi azaltıcı bir etki bile yapıyor.
UVA’nın yarattığı önemli bir problem daha var: UVA ile gelişen aşırı bronzlaşma UVB ışınlarının cildin derin tabakalarına temasını engelleyerek D vitamini üretimini bloke edebiliyor.
Kısacası aşırı güneşlenme D vitamini zehirlenmesi filan yapmıyor, tersine “kararmak” üretimi bloke eden bir değişim haline gelebiliyor. Bu nedenle yaz boyu güneşlenip “marsık gibi yanmak” bedene binlerce ünite D vitamini depolamak anlamına gelmiyor, hatta tersi bile söz konusu olabiliyor.
VARAN 8: Sadece yaz güneşi yetmez!
Öğle saatlerinde koruyucu kremler filan sürmeden kısa süreli güneşlenmeler yaparak ve bu işi cildiniz iyice kararmadan sık sık tekrarlamak, cilde D vitamini ürettirmenin en etkili yollarından biri. Ayrıca güneşlenmeyi sadece yazla da sınırlamayıp yıl boyu güneşi bulduğunuz her gün yapabilmeniz de lazım. Bu gibi yıl boyu sık sık haftada 1-2 kez tekrarlanan 5-10 dakikalık el-ayak ve yüz güneşlenmeleri bile işe yarıyor.
VARAN 9: Güneşlendikten sonra sabunlanmak neden yanlış?
Önemli bir ayrıntı da şu: Diyelim ki uygun şekilde güneşlenip cildinize bol miktarda doğal D vitamini ürettirdiniz. Üretilen o D vitamini öncüsü madde önce cildinizdeki yağ bezlerinin salgılarıyla derinin yüzeyine doğru çıkıyor. Sonra da 48 saat içinde ciltten yeniden geri emilerek kanınıza geçiyor. Eğer siz cilt yüzeyindeki bu harika, doğal D vitamini öncü maddesini daha henüz geri emilmeden bol sabun ve şampuan kullanarak cildinizden uzaklaştırıyorsanız -hele bir de bu sabunlanma işini günde 4-5 kez tekrarlarsanız- yine sınıfta kaldınız! Bu işi hele bir de sıcak su ile duş/banyo yaparak destekliyorsanız işiniz daha da zor. Çünkü sıcak su derideki yağları tamamen yok ediyor. Sabun ya da şampuanla birlikte o güzelim kolekalsiferol de cildinizden akıp gidiyor. Bütün yaz güneşlenip (yukarıda yazdığım iki yanlış nedeniyle) tatilden D vitamini fakiri olarak dönenlerin bu konuya çok dikkat etmeleri lazım. Tavsiyem şu: Güneşlendikten sonra yüz, kol, omuz, bacak gibi güneş gören bölgeleri sabunlamayıp sadece ılık bir duşla yetinmeniz daha doğru.
VARAN 10: Bilinçli kremlenme konusunu yeniden düşünün
Önemli bir ayrıntı daha var: Güneş yağları D vitamini üreten UVB ışınlarının cilde ulaşmasını engelliyor. Buna karşılık kanserojen UVA’nın deriye geçişini engelleyemiyor. Oysa cilt kanserine yol açan UVB değil, UVA ışınları. UVB tersine cilt kanserini önleyebilen bir özelliğe sahip ve aynı zamanda D vitaminini ürettiren de o. Ayrıca sık sık koruyucu krem kullandığınızda, yukarıda izah ettiğim yanlışı, yani bol sıcak su kullanıp şampuan veya sabunla liflenmek zorunda kalmanızı tekrarlamış gibi oluyorsunuz. Bu nedenle, özellikle yetişkinlerin güneş yağı seçiminde de kullanımında da özenli ve akıllı olmaları lazım.