“Kemal Okuyan ile söyleşi: Cumhuriyet ve Komünistler” kitabında Türkiye’nin güncel siyasi meselelerine dair TKP’nin ezber bozan çıkışlarının altındaki fikri zemini görmek mümkün. Haluk Hepkon neler sordu, Türkiye Komünist Partisi (TKP) Genel Sekreteri Kemal Okuyan hangi yanıtları verdi…
Komünistler ezber bozan bir çıkış yaptılar. Yıllardır Türkiye’nin değerleri ile sol arasına örülen kalın duvara adeta büyük bir balyoz indirdiler. Türkiye Komünist Partisi (TKP) Genel Sekreteri Kemal Okuyan partisinin bu tutumunu şu cümlelerle özetledi: “Cumhuriyet Halk Partisi ve Kürt hareketinden-Kürt siyasetinden uzaklaşamamış Türkiye soluyla ilişkimizi kesiyoruz.”
Üniversite ve liselilerin Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alınmasıyla birlikte, ellerinde Türk bayrakları ve Atatürk posterleriyle yaptıkları büyük yürüyüşler, yıllardır konuşulan “Z kuşağının” kim olduğuna dair bir kimlik tespiti gibiydi.
MUSTAFA KEMAL’İN ÖNÜNDE DİZ ÇÖKTÜLER
Dönemin ruhuna uygun bir tavır da bu kez TKP’den geldi. TKP, “Hükümete diz çökmüyoruz” sloganıyla alanlarda eylemlere başladı.
7 Nisan’daki eylemde yine Kemal Okuyan son zamanlarda yaptığı gibi ezber bozan cümleler kurdu: “Zorbaların, zalimlerin, sömürücülerin önünde diz çökmüyoruz. Ama, 100 yıl kadar önce, bu ülkede saltanata, saraya, hilafete, emperyalistlere, işgale karşı meydan okuyan kahramanlarımız, bütün Anadolu halkı, onların önderleri Mustafa Kemal için saygıyla eğiliyor ve diz çöküyoruz.”
Kemal Okuyan bu sözlerinin ardından eğildi ve bir dizini yere koyup elini göğsüne götürdü. Bu ikonik hareket sosyal medyayı ayağa kaldırdı. Sahip çıkanlar ve eleştirenler arasında tartışmalar halen devam ediyor.
“CUMHURİYET VE KOMÜNİSTLER’ BİR İLK”
Tüm bunlar olurken kitabevlerinin raflarında Kemal Okuyan’ın fotoğrafı olan ve üzerinde “Cumhuriyet ve Komünistler” yazan bir kitap ortaya çıktı. Kitabın üzerindeki Kırmızı Kedi logosu ve Kemal Okuyan’ın kızıl bir bayrak önünde çekilmiş fotoğrafını görenler sosyal medyada yine aynı şeyi yaptı ve tartışmaya başladı.
Önemli olan kitaplarda ne yazdığı… Biz de kitabın yazarı, Kırmız Kedi yayınevinin kurucusu Haluk Hepkon’a sorduk.
Nasıl oldu bu iş?
Haluk Hepkon: Bu kitabın hazırlanma sürecindeki en temel sebep, günümüzün ezberlerinin karşılıklı olarak yıkılmaya başlamış olmasıdır. Türkiye Komünist Partisi’nin son yıllarda aldığı kararlar ve sergilediği tutumlar bir süredir geniş bir ilgi odağı oldu. TKP’nin birkaç ay önce, hem diğer sol örgütlerle hem de CHP ve DEM ile arasına mesafe koyacağını açıklaması, önemli bir dönüm noktasını temsil ediyor. Bu türden kritik bir kırılma anında, cumhuriyetçi kesimlerin de benzer entelektüel cesareti göstermesi, önceden kendilerine dayatılan ezberleri aşarak solu tanımaya ve anlamaya çalışmaları kaçınılmazdır. TKP Genel Sekreteri Kemal Okuyan ile gerçekleştirdiğimiz söyleşi, bu ihtiyaca yanıt vermeyi hedefliyor.
Ne hedefliyorsunuz?
Haluk Hepkon: Cumhuriyet ve Komünistler bir ilk olduğu için eksiklikleri olması doğaldır ama benim için çok faydalı ve öğretici bir söyleşiydi. Umarım okur için de öyle olur ve sol ile cumhuriyetçi kesimlerin birbirlerini tanıma ve bir araya gelme sürecine karınca kararınca bir katkı sağlar. Çünkü içinde olduğumuz karanlık süreçten başka bir biçimde çıkmak mümkün görünmüyor.
TKP’NİN EZBER BOZAN ÇIKIŞLARININ ALTINDAKİ FİKRİ ZEMİN
Haluk Hepkon’un soruları ve Kemal Okuyan’ın yanıtlarından oluşan 80 sayfalık, “Kemal Okuyan ile söyleşi: Cumhuriyet ve Komünistler” kitabında Türkiye’nin güncel siyasi meselelerine dair TKP’nin ezber bozan çıkışlarının altındaki fikri zemini görmek mümkün. Uzun zamandır siyasi bir isimle entelektüel tartışmanın yapıldığı bir kitap yayınlanmadı.
“MUSTAFA KEMAL TARTIŞMASIZ LİDER, KOMÜNİSTLER EV SAHİBİ”
Kitaptaki şu tespit de dikkati çekiyor: “Mesele cumhuriyet olduğunda bir ev sahibi yok, hepimiz ev sahibiyiz, komünistler de ev sahibi…’ Bunu söylememizin nedeni şuydu. Milli mücadelenin tartışmasız önderi Mustafa Kemal’dir ama komünistlerin de milli mücadelede, çorbada tuzun ötesinde, çok ciddi bir katkısı vardır.”
O halde sosyal medyada kullanıcılarından farklı olarak kitabı elimize aldığımızda nelerle karşılaştığımızı Odatv okurlarıyla paylaşalım.
Türkiye Komünist Partisi’nin kongre ve konferans belgelerinde “Cumhuriyetçilik” vurgusu ile karşılaşıyoruz… Nereden çıktı bu Cumhuriyetçilik?
Kemal Okuyan: Partimiz daha kurulur kurulmaz bağımsızlık mücadelesine katıldı ve Cumhuriyetten yana taraf oldu. Riyakârlık, takiye yaparak değil. İdeolojimiz, ilkelerimiz gereği. Sonradan görme cumhuriyetçi değiliz.
Peki komünistler ne anlıyor cumhuriyetten? Cumhuriyet dendiğinde sizin aklınıza gelen ne?
Kemal Okuyan: Bizim hedeflediğimiz kuşkusuz sosyalist cumhuriyet. Meclisin otoritesinin gerçek olduğu, örgütlü bir topluma dayandığı, kuvvetler ayrılığının değil kuvvetler birliğinin ilke edinildiği, yani hükümetin Meclise karşı sorumlu olduğu, onunla eşit hatta bugün olduğu gibi onun üstünde bir güç odağına dönüşmediği, eşitlikçiliğin en temel düstur olarak belirlendiği bir cumhuriyet. Muazzam, güzel, atılgan bir ülke olur Türkiye.
Yakın tarihlerde “CHP ve Kürt siyasi hareketinden kopamayan solla ilişkimizi kesiyoruz” dediniz… Neden böyle bir açıklama yaptınız?
K.O: Yıllardır Türkiye’de DEM’in temsil ettiği Kürt siyasi hareketi diye adlandırdığımız geleneğin ve CHP’nin etkisinin Türkiye soluna çok ciddi bir zarar verdiğini söylüyorduk ve geldiğimiz noktada bu zararı kabullenenlerle ortak bir kültür oluşturamayacağımızı söylemiş olduk.
Nasıl bir zarardan bahsediyorsunuz?
K.O: Türkiye solunun olmazsa olmazı ya da kırmızı çizgileri olarak dillendirilebilecek laiklik meselesi, emperyalizm meselesi, emek-sermaye ilişkilerinde emekten yana tavır alma gibi yaşamsal konular var. Buralarda söz konusu iki parti de çok muğlak, hatta karşıt fikirlere sahipler. Dolayısıyla Türkiye solunun kendi ilkelerini savunan bir pozisyonda konumlanması ve bunlarla ilişkilenmemesi gerekir. İkinci boyutsa siyaset yapma tekniğiyle ilgili. Türkiye solu yerel yönetimlerden medyaya, ekonomik kaynaklardan uluslararası bağlantılara varıncaya değin son derece grift ilişkilere sahip bu iki büyük gücün yanında eriyor. Sol bu kadar asimetrik bir ilişkiye girdiği andan itibaren mahkûm hale geliyor, bağımlı oluyor. Dürüst olacaksak, Türkiye solunun CHP’ye bağımlılığının yalnızca ideolojik ya da stratejik olmadığını söylememiz gerekiyor. CHP’li yerel yönetimlerin açtığı olanaklara bir itirazım yok. Çünkü kamu hizmeti veriyor yerel yönetimler ama solun buraya muhtaç hale gelmesinin üzerinde durmamız gerekiyor. Özetle, Türkiye solu, kendisinden kat kat daha büyük bir toplumsal tabana, seçmene, olanaklara, uluslararası bağlantılara, maddi kaynaklara sahip olan iki büyük gücün içerisinde eriyor. Burada “parayı veren düdüğü çalar” gibisinden bir basitlikle hareket etmiyorum ama önünde sonunda iş buraya gidiyor. Zamanla çok büyük olanaklara sahip bu iki siyasi hareket solu domine etmeye başlıyor. Solun, anlamlı ve bağımsız bir güç oluncaya kadar, kendi yağıyla kavrulmayı öğrenmesi gerekiyor.
“TÜRKİYE’DE SOL AYDINSIZ HALE GELMİŞTİR”
Konu sadece maddi imkânlarla sınırlanabilir mi?
K.O: Elbette hayır. Bizim yıllardır bir ilkemiz var, “kendi işini kendin gör, kendi kaynaklarını kendin yarat” diyoruz. Örneğin, başka ideolojik ve siyasal referanslara sahip aydınları ödünç alma alışkanlığı… Önemli sıkıntılarımızdan birisidir; Türkiye’de sol aydınsız hale gelmiştir. Türkiye’deki bütün aydın potansiyelinden yararlanmak, onlarla etkileşim içerisinde olmak gerekir ama dışarıdan aydın desteğiyle bir siyasi hareket olamazsınız. Dolayısıyla kendi uzmanlarınız, aydınlarınız olacak. O bakımdan da bu büyük güçlere tutunmanın yarattığı ciddi bir deformasyon var. Her aydın örgütlü olmasın elbette ama devrimci bir hareketin kendine özgü, deyim yerindeyse organiz aydınları olması gerekir. Oysa birçok siyasi hareket için düşünce üretimi CHP ya da DEM’in çevresinde toplanmış bir aydın havuzunun çabalarına bağımlı hale gelmiş durumda. İşin kötüsü, bu durum aydınlara da zarar veriyor.
Geçmişte sol, milliyetçi hareketleri etkilerdi. Bugünse, aksine etkilenen pozisyonda. Bunun sebebi bu bahsettiğiniz inanç yitimi mi?
K.O: Büyük bir çöküntü, çürüme ve kaos var. Bu çürümenin içerisinde küçük delikler açmaya çalışmak, bize göre akıllıca bir strateji değil. Sol ne yazık ki bunu tercih etmiş durumda. Başka bir düzen, başka bir dünya, öyle laylaylom yaklaşımlarla değil, sömürüyü ortadan kaldıran planlı ve devletçi bir ekonomi ve gelişkin bir sosyalist demokrasi somutluğunda savunulmadığı andan itibaren bütün diğer ideolojiler de sağa çekiyor. Sosyalizmin başka ideolojileri sola çekmek gibi bir görevi yok elbette ama sonuçta bu bir objektif çıktıdır. Başka ideolojileri etkilemeyen hiçbir ideoloji yaygın toplumsal kabul görmez. Bu anlamda inanç ve perspektif yitimidir sorduğunuz sorunun yanıtı.
“BİRDEN FAZLA NEDENLE İLERİCİDİR”
Cumhuriyet Devrimi’ni ilerici buluyorsunuz, değil mi?
K.O: Hiç kuşkusuz. Biz tarihselciyiz. Partimiz olaylara tarihin mantığıyla bakar. 1919-1923 arasındaki mücadele birden fazla nedenle ilericidir. İlk olarak saraya karşıdır. Bugün saray, saray diyorlar. Sarayın kralı vardı o zaman ve el çabukluğuyla bunu unutturmaya çalışıyorlar. Hep diyorlar ki Anadolu’daki mücadele emperyalizme ve işgale karşı bir mücadeleydi. Hayır, bu eksik. Mücadele aynı zamanda köhnemiş, çürümüş, iş birlikçi ve artık bu topraklara hiçbir şey veremeyecek olan bir saraya, bir toplumsal sisteme karşı da mücadeleydi. O anlamda da ilericiydi. Ve evet, emperyalizme karşı bir konumlanıştır. Tutarlı bir antiemperyalizm değildir falan, bu ayrı bir tartışma ama ben şuna bakarım… Kim kimle iş birliği yapmış?
Türkiye’deki birtakım solcuların, kendilerini Lenin’den, Stalin’den, Mao’dan daha “devrimci” ya da komünist görüp, bu dönemdeki devrimci pratikleri hor görmesi… Aynı güruh Nâzım Hikmet’i de yeterince solcu bulmayıp, milliyetçi diye yaftalıyor. Gerçekten çok tuhaf…
K.O: Biraz da kolaycılık. Sen bir zemini topyekûn reddedersen işin kolaylaşır. Türkiye Cumhuriyeti bir arızaysa, her şeyi bununla açıklarsın. Bu açıdan bakıldığında biz zor olanı yapıyoruz. Zor ama mümkün olandır bu. Nedir? Bu ülkeyi seviyoruz. Neden seviyoruz? Buradan çok güzel şeyler yaratabileceğimizi düşünüyoruz, bu nedenle seviyoruz. Zeminimiz burası. Ben gidip İngiltere’de devrim yapmak istemiyorum. Onu İngilizler düşünsün. Onlar da sevsinler ülkelerini, orayı düzeltsinler. Biz bu coğrafyada doğduk. Benim bu ülkeyi sevebilmem için ayağımı bu ülkenin tarihindeki bazı şeylere basmam lazım. Kurtuluş Savaşı böyle bir zemin, Milli Mücadele böyle zemin.
“HİÇBİR MİLLİYETÇİ BAKIŞIN MEŞRU OLMADIĞINA İNANIYORUM”
Sizin “Sadece CHP ve HDP-DEM ile değil, Türkiye soluyla da köprüleri attık” demenizden yola çıkarak Türk solunda Cumhuriyet Devrimi’ni ve bu cumhuriyetçi birikimi küçümseme eğiliminin çok güçlü olduğu sonucuna varabiliriz. Demek ki bu yüzden siz böyle bir ifade kullanma gereğini hissettiniz.
K.O: Bu doğru. Bu tavırlar hafife alma, küçümseme, reddetme gibi değişik biçimlerle karşımıza çıkıyor. Bunu tek başına HDP etkisine bağlamamak gerekiyor. Bunun öncesinde sivil toplumculuk var. Kürt hareketinin güçlenmesi bunun üstüne geldi. Şimdi onlar da tezlerini tamamen bu çerçeveye yerleştirdiler. Diyorlar ki “Kürtler bir ulus olarak dışarıda bırakıldılar. Dolayısıyla bizim de kendi 1923’ümüze ihtiyacımız var”. Kabaca bunu söylüyorlar. Çok açık söyleyeyim, bu bağlamda hiçbir milliyetçi bakışın meşru olmadığına inanıyorum. Gerçeklik nedir, ilerici olan nedir? Ne yapılabilir bugün? Bu sorulara yanıt vermeli.
Peki, sizin “Türkiye soluyla ilişkimizi kesiyoruz” siyaseti bir kısım aydınlarla da ilişkinizi keseceğiniz anlamına mı geliyor?
Bir kısmıyla evet. Bir kısım aydının Türkiye’de solun HDP ve CHP ile ilişkilenmesinde aracılık rolü yaptığını biliyoruz. Kimseyle düşmanlık ilişkimiz yok ama bu misyonla hareket eden aydınlardan fayda gelmez. Gerçekten soruyorum, Türkiye solunun CHP ile bağlantı kurmasında bir katalizör işlevi gören bir aydından bu ülkeye ne fayda gelir? Aynı şeyi HDP için de söylüyorum. Bu iyi bir duruş değil. Şimdi mahalle baskısı meselesine dönersek, şunu söylemek isterim. Dostumuz fazlalaştı. Biz soldan kopuş derken, solla düşmanlık ilişkisine girmedik. Solda ilişkide olduğumuz partilerin DEM ve CHP’den kopmasına dair umudumuzu bir süreliğine kestik. Bırakıyoruz orada. Çünkü bu el ele tutuşma hali bizi de etkiliyor ister istemez.
SOLUN FETÖ İLE SINAVI
Türk solu FETÖ konusunda nasıl bir sınav verdi?
Şimdi haksızlık etmeyelim, sonrasında FETÖ ilan edilen Fetullah Gülen cemaati hakkında daha başlangıçta alarm sinyalleri veren epey bir solcu oldu. Bu doğru ama öte yandan da Fetullah Gülen’in bu toplumun bütün hücrelerine kadar yayılmasına sol da yardımcı oldu. Mesela Abant Toplantılarına katılmayı gayrimeşru ilan edemedi sol. Çünkü oraya Türkiye’nin tırnak içinde saygın aydınları gitti. Siz ne yapıyorsunuz denemedi. Zaman gazetesine niye röportaj veriyorsunuz denemedi. Dolayısıyla burada bir meşruiyet alanı elde ettiler ve Gülen cemaati de bu oyunu çok iyi oynadı. Her renge girdiler; gerektiğinde ülkücü, gerektiğinde solcu oldular. Demokrat oldular, sivil toplumcu oldular. Her şey oldular. Zaten bu işin tipik bir ABD projesi olduğunun kanıtı da budur. Çünkü bu ABD’nin tarzıdır, bu tür ideolojik aidiyetleri hiç umursamazlar. Türkiye’de genel olarak sol ve cumhuriyetçi kesim kötü bir sınav verdi. Ya hatırlayalım, kaset bekledi herkes…
Gezi gibi muhteşem bir halk hareketinin ardından kasetler çıkmaya başladı. Herkes evinde kaset bekliyordu. Sedat Peker meselesinde olduğu gibi herkes “reisin bir kaseti çıkacak ve bitecek bu iş” türü bir umut içindeydi. Bu durum sol da dahil bütün toplumun ayıbıdır.
Bu ülkenin kurtuluşu şu ya da bu siyasetçinin özel hayatıyla ilgili bir kasete kaldıysa, lanet olsun. Bu utanç verici bir şey.
FETÖ KUMPASLARINA BAKIŞI
Bir cumhuriyetçi birikim var ve geçtiğimiz dönemde gericilik Batı ile birlikte bu birikime saldırıya girişti. Bu saldırıların cisimleşmiş hali aslında FETÖ kumpaslarıydı. FETÖ kumpasları hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bu hareketin FETÖ değil de cemaat diye kodlandığı dönemlerde en fazla gürültüyü gene Türkiye’nin devrimcileri çıkarmıştı. Gazeteciler, aydınlar, siyasi hareketler, hep birlikte bir tehlikeye işaret ediyorduk. Tehlikenin boyutlarını görmüştük. İşin içindeki ABD akıl ve desteğini biliyorduk, bu şebekenin bütün siyasi hareketlere nasıl yerleştiğini biliyorduk, devlete sızdığını haydi haydi biliyorduk. Aslında bu bir sızma bile değildi. Bir işbirliği vardı ortada. Gülen okulları, silahlı kuvvetlerin yurtdışı varlığı ve Türkiye’deki patronların yeni yatırım alanlarına girmesi 1990’lardan itibaren Türk dış politikasını belirledi. Bu üç olgu birbiriyle hep işbirliği yaptı. Acı olan şu. 2016’da ABD’nin Erdoğan’la yaşadığı kimi çelişkiler ve olaylar yüzünden Türkiye’de konu bir darbe noktasına kadar geldi ve birçok solcu bu duruma tiyatro dedi, oyun dedi, sahte dedi.
Odatv.com